Kurban kelime anlamı olarak Allah’a yaklaşmak demektir. Hicri takvime göre Zilhicce ayının onuncu, on birinci, on ikinci günleri ile on birinci on ikinci gecelerinde ibâdet ve Allah’a yakınlık niyeti ile kesilen beş çeşit hayvana (koyun, keçi, sığır(dana, tosun, inek) deve, manda (camus)) kurban denir. Kurban ibadeti de ancak bu kurban cinslerini bu belirli vakitlerde (kurban bayramında) kesmekle olur.
Allah’a yaklaşmak için ibadet niyetiyle kesilen kurbanlar aynı zamanda etinin paylaşılması ve yardımlaşma ile de fakir ile zenginin arasında da bir muhabbet, sevgi doğurarak toplu bir mutluluk ve refah ortamının da oluşmasına sebep olmuş olur.
İSLAMDA KURBAN KESMENİN ÖNEMİ
İslam’da kurban çok önemli ve hassas bir ibadettir. Para harcayarak Allah yolunda malını harcamak, kan akıtarak Allah’a yaklaşmak ve imtihanı kazanmak, eti ile Allah’ın ziyafetini tatmak ve ihtiyaç sahipleri ile paylaşarak kardeşliğe vesiledir.
KURBAN İBADETİ NEREDEN GELMEKTEDİR?
İslam’da Kurban ibadeti Kurban Kıssası diye de bilinen şu hadiseyle ortaya çıkmıştır:
İsmail Aleyhisselâm, Hazreti İbrahim’in büyük oğlu olup, Muhammed Aleyhisselâm’ın dedelerindendir. Annesi Hacer hatun, asil bir soydan gelmekteydi. İbrahim Aleyhisselâmın, zevcesi Hazreti Sâre’den çocukları olmuyordu. Yaşları da gittikçe ilerliyordu. İbrahim Aleyhisselâm, Babil’den hicret ederken kavuştuğu nimetlere şükredip, bir de evlât ihsan etmesi için Allah-ü Teâlâ’ya niyazda bulundu:
— Ey Rabbim! Bana Salihlerden bir oğul ver ki, davet ve taatte yardımcım ve gurbette munisim, gözümün nuru olsun. Hazreti Sâre de böyle istiyordu. Fakat çocuğu olmuyordu. Hazreti Sâre, Mısır’da kendisine hizmetçi olarak verilen Hazreti Hacer’i azat edip, İbrahim Aleyhisselâm ile evlenmesini istedi. “Cenâb-ı Hak, belki sana bundan bir evlât ihsan eder” dedi. Bunun üzerine İbrahim Aleyhisselâm Hazreti Hacer ile evlendi. Bu evlilikten İsmail Aleyhisselâm dünyaya geldi. Muhammed Aleyhisselâmın nuru, İsmail Aleyhisselâm’a intikal etti. İbrahim Aleyhisselâm onu çok sever ve hiç yanından ayırmazdı. Hazreti Sâre, âhir zaman peygamberinin nurunun kendisine intikal edeceğini umuyordu. Ancak nur önce Hazreti Hacer’e, sonra Hazreti İsmail’e geçince, Hazreti Hacer’e karşı kalbinde gayret hâsıl oldu. İbrahim Aleyhisselâm ise, Hazreti Sâre’yi hoş tutuyor, devamlı hatırını soruyor, gönlünü alıp onu incitmemeye gayret ediyordu. Nihayet Hazreti Sâre’nin gayreti iyice arttı ve İbrahim Aleyhisselâm’dan, Hazreti Hacer ile oğlu İsmail’i başka bir yere götürüp bırakmasını istedi. Allahü Teâlâ, İbrahim Aleyhisselâm’a Hazreti Sâre’nin bu isteğini yerine getirmesini bildirdi. İbrahim Aleyhisselâm, Allahü Teâlânın emriyle, Hazreti Hacer ve Hazreti İsmail’i yanına alıp, Şam’dan ayrılarak, onları, o sırada susuz ve ıssız bir yer olan Mekke’ye götürdü. Hazreti Hacer ile Hazreti İsmail’i Kâbe’nin şimdi bulunduğu yerin yakınında, yüksek bir yerde ve Zemzem kuyusunun üzerinde büyük bir ağacın yanına bıraktı. O zaman Mekke’de, hiçbir kimse olmadığı gibi, içecek su da yoktu. İbrahim Aleyhisselâm Hazreti Hacer ile oğlunu burada bıraktı. Yanlarına içi hurma dolu bir sepet ve içi su dolu bir testi de koydu. Sonra, İbrahim Aleyhisselâm Şam’a gitmek üzere oradan ayrıldı. Hazreti Hacer, İbrahim Aleyhisselâmın arkasından giderek dedi ki:
— Ey İbrahim! Görüp görüşecek bir fert ve yiyip içecek bir şey bulunmayan bu vadide bizi bırakıp nereye gidiyorsun?
Hazreti Hacer, tekrar tekrar bu sözleri söylemesine rağmen, İbrahim Aleyhisselâm ona iltifat etmeyip, yoluna devam etti. Nihayet Hacer ona sordu:
— Bizi burada bırakmayı sana Allahü Teâlâ mı emretti?
— Evet, Allahü Teâlâ emretti. Bunun üzerine Hazreti Hacer, “Öyleyse Allahü Teâlâ bizi zayi etmez ve korur” diyerek, oğlunun yanına döndü.
Safa ve Mervede Sa’y
İbrahim Aleyhisselâm Hazreti Hacer ve Hazreti İsmail’i Mekke’ye bırakıp ayrılırken, Seniyye mevkiine varınca, yüzünü Kâbe’nin bulunduğu yere çevirdi. Sonra ellerini kaldırarak şöyle duâ etti:
— Ey Rabbimiz! Ben soyumdan bir kısmını, mukaddes evinin yanına, ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Ey Rabbimiz! Orada namazı dosdoğru kılsınlar diye, insanlardan bir kısmının gönüllerini o yerlere yönelt. Orayı ziyarete gelsinler. Onları çevreden gelecek her türlü meyvelerle rızıklandır ki, sana şükretsinler. Hazreti Hacer, oğlu İsmail’i emziriyor ve testideki sudan içiyorlardı. Nihayet testideki su tükenince, hem Hazreti Hacer, hem de çocuğu susadı. Hazreti Hacer, çocuğunun susuzluktan toprak üstünde yuvarlandığını görünce, yavrunun bu acıklı hâline bakmaktan üzüldü. Onun yanından kalkıp, o civarda Kâbe’ye en yakın dağ olan Safa tepesini buldu ve bunun üstüne çıktı. Sonra vadiye karşı durup; “Bir kimse görebilir miyim” diye baktı. Fakat hiçbir kimseyi göremedi. Bu defa Safa tepesinden indi. Vadiye varınca, ayağını çelmesin diye entarisinin eteğini topladı. Sonra, çok müşkül bir işle karşılaşan bir insan azmiyle koştu. Nihayet vadiyi geçip, Merve tepesine geldi. Orada da biraz durdu ve; “Bir kimse görebilir miyim” diye baktı, fakat hiçbir kimse göremedi. Hazreti Hacer, bu suretle Safa ile Merve arasında yedi defa gidip geldi. İşte bunun için hacılar, Safa ile Merve arasında Sa’y ederler. Hazreti Hacer, son defa Merve üzerine çıktığında, bir ses işitti ve kendi kendine hitap ederek; “Sus, iyice dinle” dedi. Sonra dikkatle dinleyince, bu sesi evvelki gibi bir defa daha işitti. Bunun üzerine Hazreti Hacer, sesin geldiği tarafa bakıp dedi ki:
— Ey ses sahibi, sesini duyurdun. Eğer sen bize yardım edebilecek vaziyette isen, imdadımıza yetiş, bize yardım et! Ve böyle der demez (şimdiki) Zemzem kuyusunun bulunduğu yerde, insan şeklinde Cebrail Aleyhisselâm göründü. Aralarında şu konuşma geçti:
— Kimsin?
— Hazreti İbrahim’in hanımıyım.
— Sizi kime emanet etti?
— Allahü Teâlâ’ya.
— Sizi her şeye kâdir olana emanet etmiş. Cebrail Aleyhisselâm topuğu ile toprağı kazıp, Zemzem suyunu meydana çıkardı. Diğer bir rivayette Hazreti İsmail’in çıkardığı da bildirilmiştir. Hazreti Hacer bu durumu görünce, taşıp zayi olmasın diye, hemen suyun etrafını çevirip havuz hâline getirdi. Bir taraftan da testisini doldurmaya çalışıyordu. Su ise, avuç avuç alındıkça, tekrar fışkırıyordu. Rasûlullah efendimiz buyurdu ki: (Allahü Teâlâ, İsmail’in annesine rahmet etsin! O, Zemzem’i kendi hâline bırakmış olsaydı, yahut suyu avuçlamasa idi, muhakkak Zemzem, akar bir ırmak olurdu.)
Hazreti Hacer, çıkan Zemzem suyundan içti. Çocuğuna içirdi. Cebrail Aleyhisselâm Hazreti Hacer’e dedi ki:
— Sakın mahvoluruz diye korkmayınız! İşte şurası Beytullah’ın yeridir. O beyti, şu çocukla babası yapacaktır. Muhakkak ki, Allahü Teâlâ o beytin ehlini zayi etmez.
Hazreti Hacer’in bulunduğu Kâbe’nin mahalli, tepe gibi yerden yüksekçe idi. Zamanla seller, sağını solunu kazıp aşındırmıştı. Hazreti Hacer bu şekilde yaşarken, günün birinde Cürhüm kabilesinden bir cemaat gelip, Mekke’nin alt tarafına yerleştiler. Cürhümîler, Zemzem kuyusunun bulunduğu yerde birtakım kuşların dolaştığını görünce dediler ki:
— Kuşlar, muhakkak bir suyun başında döner, dolaşır. Halbuki biz bu vadide su bulunmadığını biliyorduk. Gidip bakalım. Oraya birkaç kişi gönderdiler. Onlar, orada Zemzem kuyusunu bulunca, dönüp suyun mevcut olduğunu haber verdiler. Bunun üzerine Cürhümîler kuyunun yanına geldiğinde, Hazreti Hacer subaşında idi. Cürhümîler ona dediler ki:
— Bizim de şuraya gelip, civarınızda barınmamıza müsaade eder misiniz?
— Evet, gelebilirsiniz ve bu sudan istifade edebilirsiniz. Fakat bu suda mülkiyet iddia edemezsiniz. Onlar da razı oldular. Böylece, Cürhümîler Mekke civarına yerleştiler. Sonra kabilelerinden başka insanlara haber gönderdiler. Onlar da gelip Mekke’de yerleşerek ev bark sahibi oldular.
İbrahim Aleyhisselâm zaman zaman gider, ailesini Mekke’de ziyaret ederdi. Yüzünde, Muhammed Aleyhisselâmın temiz babalardan temiz ve afif analara geçip gelen nuru parlayan Hazreti İsmail çok güzeldi. Bu sebepten İbrahim Aleyhisselâmın, oğlu İsmail’e karşı muhabbeti fazla idi. İsmail Aleyhisselâm yedi yaşında iken, bir gün İbrahim Aleyhisselâm ibadet ettiği mihrapta, bu muhabbet içinde uyudu. Rüya’sında oğlu İsmail ile otururken, bir melek gelip dedi ki:
— Ben, Allah-ü Teâlâ’nın elçisiyim. Allah-ü Teâlâ, bu oğlunu kurban etmeni istiyor. İbrahim Aleyhisselâm korku ile uyandı. “Rüya rahmanî mi, yoksa şeytanî mi” diye tereddüt etti. O gün hep bu rüyayı düşündü. Onun için bu güne Terviye denildi. ( Terviye günü: Zilhicce’nin sekizinci günüdür (yani kurban bayramı arefenin bir gün öncesidir). Hacıların, bu gün sabah namazını Mekke’de kılıp güneş doğduktan sonra Mina’ya çıkmaları ve geceyi Mina’da geçirmeleri sünnettir. Terviye “suya kandırmak” veya “gördüğü rüyâ üzerinde düşünmek” demektir.)
ALLAH İÇİN KURBAN KESMEK
İbrahim Aleyhisselâma ikinci gece, yine rüyasında aynı melek gelerek dedi ki:
— Ben, Allahü Teâlâ’nın elçisiyim. Allahü Teâlâ, bu oğlunu kurban etmeni istiyor.
Bunun üzerine Hazreti İbrahim uyanınca, gördüğü rüyanın rahmanî (Allah tarafından) olduğunu anladı. Bundan dolayı bu güne Arefe (Anladı demektir) denildi. Üçüncü gece yine aynı rüyayı gördü. Artık Hak Teâlâ’nın emri olduğunda hiç şüphesi kalmadı. “Bu emri muhakkak yerine getirmem gerek” diyerek, hanımı Hacer’in yanına geldi ve dedi ki:
— Ey Hacer, benim gözümün nuru oğlum İsmail’i yıka, en iyi elbisesini giydir, saçını tara, onu dostuma götüreceğim. Sonra; Hazreti İsmail’e dedi ki:
— Yanına ip ile bıçak al!
— Bunları ne yapacağız baba?
— Allah rızası için kurban keseriz. Yolda giderken, Hazreti İsmail, babasına sordu:
— Nereye gidiyoruz?
— Dostuma.
— Evi nerededir?
— O, evden ve mekândan münezzehtir. Yer ve gök Onun mülküdür.
— Babacığım! O bizimle oturup yemek yer mi?
— O yemekten ve içmekten de münezzehtir. İbrahim Aleyhisselâm, oğlu İsmail’i kurban etmek için götürürken, şeytan; “Eğer bugün İbrahim’in (Aleyhisselâm) evinde bir fitne çıkaramazsam, bundan sonra onları hiç fitneye düşüremem” diyerek harekete geçti. Yaşlı bir adam kıyafetinde Hazreti Hacer’in yanına geldi. Ona dedi ki:
— İbrahim oğlunu nereye götürdü?
— Bir dostunu ziyarete götürdü.
— Hayır, onu kesmeye götürdü.
— Baba, oğlunu boğazlamaz. Şefkat buna mânidir.
KURBANLIK OLARAK NEDEN KOÇ KESİLİR?
— Öyle zannederim ki, Allah emretmiştir.
— Allah-ü Teâlâ’nın emrine uymak elbette lâzımdır. Onun emrini, can-ı gönülden kabul ederiz. Onun Allah-ü Teâlâ’nın emrine uyması elbette en güzel iştir. Şeytan ondan yüz bulamayınca, yine aynı kıyafette Hazreti İsmail’in yanına geldi. Hazreti İsmail edeple babasının arkasından yürüyordu. Şeytan, kandırmak ümidiyle, Hazreti İsmail’e sordu:
— Baban seni nereye götürüyor, biliyor musun?
— Dostunun ziyaretine.
— Vallahi seni öldürmeye götürüyor.
— Hiç babanın oğlunu öldürdüğünü gördün mü? Öyle zannederim, Allah-ü Teâlâ emretmiştir.
— O emretti ise, can-ı gönülden razıyım. Şeytan Hazreti İsmail ile Hazreti İbrahim’e görünerek onlara vesvese vermeye çalıştı ise de, şeytanı dinlemediler. Hazreti İsmail, şeytanın arkasından yedi tane taş attı. Hacıların şeytan taşlaması buradan kaldı. Hazreti İbrahim, bugün Mina denilen yere gelince, oğlunu kurban etmek için hazırlandı. Hazreti İsmail tevekkülle babasına teslim oldu. Zira babasının Allah-ü Teâlâ’nın emrini yerine getirmesi gerekiyordu. Hazreti İbrahim, oğlu Hazreti İsmail’i yere yatırıp bıçağı boynuna çaldı ise de, bıçak Allah-ü Teâlâ’nın emri ile kesmedi. Taşa vurdu, taşı kesti. Nihayet Cebrail Aleyhisselâm Allah-ü Teâlâ’nın emriyle cennetten bir koç getirdi. Cebrail Aleyhisselâm koçu getirirken makamından, “Allahü ekber, Allahü ekber” diyerek geldi. Hazreti İbrahim bu tekbiri işitince; “Lâ ilâhe illallahü vallahü ekber” dedi. Hazreti İsmail de; “Allahü ekber ve lillâhil hamd” diyerek tekbiri tamamladı. Hazreti İbrahim koçu kurban etti. Bu tekbirler onlardan itibaren sünnet oldu. Onların bu hâli Kur’an-ı kerimde anlatılmakta ve mealen; “Muhakkak ki bu açık bir imtihandı” buyurulmaktadır. Hazreti İbrahim, kurban hâdisesinden sonra Hazreti Sâre’nin yanına döndü.
PEYGAMBERİMİZ VE KURBAN
Bunun benzeri bir hâdiseyi de Peygamber efendimizin babası Abdullah da geçirmişti. Abdullah’ın babası Abdülmuttalib o devirde Mekke hakimiydi. Zemzem kuyusunu yeniden ortaya çıkarıp, tamiri esnasında on erkek çocuğa sahip olduğundan, birini kurban etmeyi adamıştı. Arzusu gerçekleştikten sonra, gördüğü bir rüya üzerine adağını hatırladı. Kurban edilecek oğlunu belirlemek maksadıyla oğulları arasında kura çekti. Kura Abdullah’a çıktı. Abdülmuttalib, Medineli bir kâhin tarafından teklif edildiği üzere, o günkü âdete göre diyet olarak kabul edilen on deve getirtti. Abdullah ile develer arasından kura çekildi. Kura Abdullah’a çıkınca, deve sayısını on adet artırdı. Develerin sayısı yüze ulaşınca, kura develere çıktı. Bunun üzerine yüz deveyi kurban ederek çok sevdiği oğlu Abdullah’ı kurtardı. Peygamber Efendimiz Hazreti İsmail’i ve babası Abdullah’ı kastederek; “Ben iki kurbanlığın oğluyum” buyurmuştur.
Allah-ü Teâlâ Kâbe’nin yapılmasını emredince, baba oğul Kâbe’nin eski temelini bulup yeniden inşa ettiler ve şöyle duâ ettiler: “Ey Rabbimiz bizden bu hayırlı işi kabul et. Hakikaten sen duâmızı işitici, niyetimizi bilicisin.”
İşte İslam’da Kurbanın yeri, kurban ibadetinin ve kurban kesmenin hikmeti Kuranı Kerim’de de geçen bu kıssaya dayanmaktadır. Bu Kıssa hac ibadetinin de temellerini oluşturmaktadır.